Nesnelerin İnternetinin Geçmişi Ve Bugünü
Yaklaşık 40 yıllık bir tarihe sahip olsa da “Nesnelerin İnterneti” kavramının özellikle son 5-10 yıllık dönemde dijitalleşmenin de etkisiyle çok fazla duyulur olduğunu söyleyebiliriz. Peki nedir bu Nesnelerin İnterneti Teknolojisi?
İngilizce “Internet of Things” (kısa adıyla IoT) olarak adlandırılan “Nesnelerin İnterneti” ifadesi Türkçe'de aynı zamanda "Şeylerin İnterneti" olarak da kullanılmaktadır. Kısaca ifade etmek gerekirse nesnelerin interneti, fiziksel nesnelerin (şeylerin) dijital platformlar aracılığıyla bir araya getirildiği ağı tanımlar.
Bu nesneler yazılımlar, sensörler ve benzeri diğer teknolojiler ile gömülüdür ve IoT ile de internet üzerinden diğer cihazlara ve sistemlere bağlanarak veri alışverişi yapılması hedeflenir. Bu amaçla bir araya getirilmiş ve farklı teknolojiler entegreli fiziksel cihazların oluşturduğu ağa nesnelerin interneti diyoruz. Bu cihazlar, sıradan ev eşyalarından sofistike endüstriyel aletlere kadar çeşitlilik gösterirken bu cihazların sayısının 2025 itibarıyla 22 milyara çıkması bekleniyor.
Sürekli olarak artan bir biçimde, farklı endüstriler ve şirketler çok daha verimli çalışma sonuçları elde etmek, müşterilerine çok daha iyi bir hizmet sunabilmek, iş değerini artırabilmek, müşterilerini iyi anlayabilmek ve karar verme sürecine olumlu katkıda bulunabilmek adına IoT teknolojisinden yararlanmaktadır.
Nesnelerin İnternetinin Ortaya Çıkışı
Bazı temel nesnelere sensörler ve zeka ekleme fikri 1980'ler ve 1990'lar boyunca yoğun bir şekilde tartışılmış olmasına rağmen bazı eski uygulamalar dışında bu alanda çok hızlı bir ilerleme olmamıştı.
Nesnelerin İnternetinin ilk örneklerinden biri 1980'lerin başından kalmadır ve Carnegie Melon Üniversitesi'nde bulunan bir kola otomatıdır. Yerel programcılar, otomatın başına gitmeden internet üzerinden makineye bağlanarak otomatta bir içecek olup olmadığını ve varsa soğuk olup olmadığını kontrol etmişlerdir.
Bu gibi örnekler dışında çiplerin çok büyük olması ve henüz teknolojinin hazır olmaması gibi nedenlerden dolayı nesneler arasında etkili bir iletişim kurabilmek çok kolay değildi. Bugünkü gibi milyarlarca cihazı birbirine bağlamak uygun maliyetli hale gelmeden önce yeterince ucuz ve güçlü işlemcilere ihtiyaç vardı.
RFID etiketlerinin kullanılmaya başlanması ve sonrasında geniş bant internet ile hücresel ve kablosuz ağların yaygınlaşması ile bu sorunun büyük bir kısmı çözülmüş oldu. Ayrıca, dünyanın ihtiyaç duyabileceği her cihaz için IP adresi sağlaması gereken IPv6'nın benimsenmesi de IoT'nin ölçeklenmesi için gerekli bir adımdı.
İlk kez 1999 yılında MIT'nin Auto-ID Merkezi kurucularından Kevin Ashton tarafından kullanılan "Nesnelerin İnterneti" kavramı, en az bir 10 yıl kadar daha popüler olmayacaktı. Ancak o zamandan beri nesnelere sensör ve internet bağlantısı eklemenin maliyeti düştükçe, IoT teknolojisinin de önü açılmış oldu.
Nesnelerin İnterneti Nasıl Çalışır?
Bir IoT sisteminin sağlıklı bir şekilde işleyebilmesi için dört farklı bileşene ihtiyacı vardır: sensörler/cihazlar, bağlanabilirlik, veri işleme ve bir kullanıcı arayüzü.
Bir nesnelerin interneti sistemi, bir tür bağlantı yoluyla bulutla konuşan sensörlerden ve cihazlardan oluşur. İlk olarak sensörler veya cihazlar çevresinden veri toplar. Ardından bu veriler buluta gönderilir. Verilerin buluta gönderilmesi için de hücresel, uydu, Wi-Fi, Bluetooth gibi çeşitli yöntemler kullanılabilir. Veriler buluta ulaştığında ise yazılım veriler üzerinde bir tür işlem gerçekleştirir ve verileri işler. Sonrasında ise sistem bir eylemi gerçekleştirmeye karar verebilir.
Bu noktada önemli olan yazılım sisteminin bir kullanıcıya ihtiyaç duymaksızın bir uyarı göndererek ya da sensörleri/cihazları otomatik olarak ayarlayarak bu işlemi yapabilmesidir.
Evet, bu cihazlar işlerinin büyük bir kısmını insanların müdahalesine ihtiyaç duymadan gerçekleştirebiliyorlar. Ancak, bu insanların müdahalesine kapalı olduğu anlamına gelmiyor. Kullanıcılar, bu cihazlar ile diledikleri şekilde ayar yapmak, verilere erişmek veya talimat vermek amacıyla etkileşimde bulunabiliyorlar.